subrender’a hoşgeldin.
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
Bu hafta alışmaktan, yastan, dinlenmekten ve rat girl olmaktan konuşacağım.
Aklımın çorbası.
Bu aralar, olduğum yere alışmak kadar hayat veren başka bir deneyim hissetmiyorum.
Başardım. Neye ve neden giriştiğimi farketmeden kıta değiştirdim, döneceğim varken kalmaya karar kıldım, asfaltla bir hissettiğim oldu, pestilim çıktı, buharlaştım da kayboldum sandım, bir süre konuşmayı bıraktım, ne olduğum yerdeydim ne bıraktığım, ama, sonunda, alıştım.
Alıştım, kabul ettim. Burayı, ve burada oluşumu.
Kabul ettiğimiz şeyi belli bir biçimde olduğu için kabul ediyor değiliz. Kabul etmek hiçbir koşula bağlı olamaz, olursa o kabul etmek olmaz. Geçmişini, şimdisini ve geleceğini kabul ediyoruz o şeyin, kişinin. Devamlı bir değişim halinde olduğunu bilerek her şeyin. Yani bir belirsizlik hakim kabul etmekte, belirsizliği kabul ediyoruz ondaki.
Alışmaksa yalnızca şu an hissettirdiklerine değil, o şeyin varlığına, var oluşuna yabancılığını yitirmek, bir şeyin tanıdık hale gelmesi demek. Belirsizlikleriyle, değişimi, dönüşümüyle. Şimdi böyle hissettiriyor, gelecekte başka hissettirecek, tamam.
Kelime anlamına baktığımda ürkmez, çekinmez, korkmaz, kaçmaz demek olduğunu gördüm alışmanın. Daha da hoşuma gitti bu his.
Kabul etmek için alışmak lazım oldu, alışmak içinse zaman.
Şimdi ağlıyorum, çünkü alıştım. Ağlıyorum, çünkü mahallem Chinatown’un her sokağında farklı kokular var ve bu bana kendimi hayatta hissettiriyor. Ateşim çıkıyor, çünkü İngilizce sohbetler Türkçeler kadar zevk vermeye başladı. Başım dönüyor, çünkü dünyadaki çeşitliliği hissetmek kesinlikle deneyimlerim arasında olmalıymış. Ağlıyorum, çünkü sokaktaki insanlar bana artık yabancı değil. Ağlıyorum, çünkü ben artık yabancı değilim.
Alışmak, bir yas duygusu da yaratıyor içimde bu ateş çıkaran coşkunun beraberinde. Belki de en çok bundan kaçıyordum, bu yüzden alışmak istemiyordum. Buraya alışmak demek, Türkiye’den kopmak demek. Yeni bir ben demek, eski benin artık olmaması demek. Hoşçakal demek merhaba demek için gerekli; yeni için, bir şeylerden vazgeçmek.
Bunun benim için ne kadar korkutucu olduğunu anlatamam. Ama isteyerek yada istemeyerek, kendini bir yola koyduysan bir yerlere varacaksın, bir şeyler kazanırken bir şeyler kaybedeceksin. Masumiyet geride kalıyor, hissediyorum. Çocuksuluğu ve saflığı elinde tutmak hem bir seçimmiş hem bir erdem, anlıyorum.
。。。
Bugün çalışırken bir anda bir şimşek çaktı kafamda, küçük bir post-it’e not aldım: choice=option. Hayat seçeneklerle dolu. Her şey bir seçim! Demek ki, her an bir seçim şansımız var.
Sonra bir deney yapmaya karar verdim, ya artık bir şeylerin canımı sıkması bir opsiyon değilse? Ne olursa olsun, hiçbir şey canımı sıkamazsa? Çok tuhaf bir histi, çünkü işe yaradı.
Yaşanan her şeyin ama her şeyin bana nasıl hissettireceğini ben seçebilirim. Bakış açımı, inançlarımı değiştirirsem negatif kodlanmış her şeyi nötrleyebilirim, pozitif hissedemesem de tarafsız kalabilirim, çünkü hiçbir şey kendi başına iyi veya kötü değil. Aynı durum hepimizde farklı tepkilere yol açıyorsa, ben bende ne tepki oluşacağını pek tabii seçebilirim. Her şey, ama her şey, benim seçimim.
Dışarısı yok. Tüm hayat deneyimi içeride.
Bu nasıl büyük bir sorumluluk ve nasıl büyük bir özgürlük; birbiri olmadan tanımlanamayacak iki kelime.
Bazı duygular ve tepkiler artık benim için bir opsiyon değil. Çünkü içimi dışarısı yönetemez, benim sağladığım dinginliği hiçbir şey elimden alamaz. Eğer içimde bir tepki doğuyorsa orada kendime dair unuttuğum bir şey var. Dışarıyı değiştirmeye çalışmak işe yaramaz, seslenen yöne bakmalıyım; içime.
Bu sefer dışarısı yalnızca teşekkür edilecek bir tabela oluyor seni asıl gitmen gereken yere yönlendiren. İçini değiştiremeyen dışarıyı değiştiremiyor, her şey nasıl inanıyorsak o şekilde gerçekleşiyor. Korkuyorum ama yine de gidiyorum oraya.
—
Geçtiğimiz haftasonu Hemlock Valley’e gittik. 4 çift, ve ben!
Daha çok evet demeye çalışıyorum hayatta, ve hayat da karşıma “evet” diyeceğim fırsatlar çıkarıyor daha sık. Planı bir arkadaşımız yaptı ve beni evden alıp Hemlock Valley’de kiraladığımız eve kadar götürdüler. Yapmam gereken tek şey evet demek ve hazırlanmaktı. Hayatta en sevdiğim etkinlik.
Nereye gittiğimize ve etrafta ne yapılabileceğine bakmadım bile. Kendimi tamamen hayatın ve insanların akışına bıraktım. Kendimle huzurluyum, hiçbir şey yapmayıp duracak olsam, dururum. Biraz da öyle oldu.
3 saatlik bir araba yolculuğu yaptık, arada bir kahve molası verdik, tatilde beraber olacağımız diğer insanlarla tanıştım bu sırada. Önümüzdeki 3 günüyse karların arasında bir cabin’in geniş salonunda hepberaber geçirdik. Etrafta yapılacak bir şey var mıydı bilmiyorum, ama ikinci günün sabahı evin yakınlarında 15 dakikalık bir yürüyüş haricinde dışarı çıkmadık.
Koltuklara, mutfağa, balkona farklı gruplar halinde yayıldık, bazılarımız kitap okudu, bazılarımız oyun oynadı, bazılarımız kulaklıklarıyla müzik dinledi. Sohbet ettik, akşamları beraber masayı hazırlayıp yemek yedik, gece kar yağarken balkondaki hot tub’a girdik.
Ruhum uzun zamandır bu kadar dinlenmemişti, hem de yeni insanlarla bağ kurarken. Her şey çok doğal hissettirdi, içimde hiçbir şeye yönelik hiçbir baskı hissetmedim, bu benim zaferim. Önceleri ilişkilerde hemen derinleşmeyi bazı şeylerin göstergesi kabul ederken, artık gündelik sohbetler etmek ayrı bir keyif veriyor, her şeyin alması gerektiği kadar zaman alıp organik bir şekilde oluşmasını izlemek daha doğru hissettiriyor.
İkinci gece gözlemci moduna girdim kendiliğinden, ve insanları oldukları halleriyle biraz uzaktan izlemek içimde büyük bir sevgi yarattı. Hepimiz kendi halimizde ne kadar farklı ve güzeliz, birbirimizle kurduğumuz ilişkiler ve iletişimler, insanlık halleri ne kadar sıradan, basit, ve sıcak, gerçek.
Beni böyle gözlemci yapan şey çocukluk travması mı bilmiyorum, ama böyle olduğum için devamlı şükrediyorum.
Bu iki haftalık sürecin en büyük farkındalıklarından biri “rat girl” olduğumu farketmekti. Şaka değil. Hayatta kendimi hiçbir konsepte bu kadar yakın hissetmemiştim.
Rat girl, dağınık, etrafta neşeyle dolaşan, eğlenmek ve keyif almak için olmadık işler yapan, aklı beş karış havada demek özetlemek gerekirse. ‘Girl’ demiş bunu isimlendiren kişi, ben pek umursamadım kulağa tatlı geldiği için.
Ev arkadaşıma heyecanlı bir şekilde bunu söylediğimde çok güldü, açımlamam için beni tebrik etti, ve rafine bir “rat” olduğumu söyledi. Dağınık, “kötü”, plansız ama benim için anlamı olan dövmelerim, yer yer lekeli oluşunu önemsemediğim özenle ve değer verdiğim zevkime göre oluşturulmuş bir koleksiyona ait kıyafetlerim, evden çıkarken çoğunlukla hangi tarafa gideceğim ve otobüs saati gibi gerekli şeyleri bilmemem, saçlarıma bir şekil vermemek ve makyaj zaten yapmamak, ayda bir gelen rat girl glow up hissiyle manikür yaptırıp ojelerimi zorunda kalmadan çıkarmamak... Hiyerarşiye inanmamak ve ajandama hizmet için içimden gelmediği gibi davranamamak, rahatlığın çoğu şeyden daha huzurlu hissettirmesi…
Bir akşam yemek yaparken Zoe de yanımdaydı ve şok içinde bir soğanı kavurup bir paket kıyma ekleyip yiyişime şahit oldu. Boy dinner, bir yaşam biçimi, ve rat girl’ün en sevdiği yemek türü. Her gün havuç rendeleyip tofu kızartamam.
Zaten sık aralıklarla az miktarda yemek (nibbling) rat girl olmanın ana kuralları arasında. Bugün kahvaltıda 1 tane kurabiye yedim, öğlen sevdiğim İtalyan marketten hindi sandviç, eve dönerken H Mart’tan tatlı patates, ve o saatten beri alakasız aralıklarla kıymalı onigiri, 4 tane hardal otlu dumpling, hindistancevizi suyu, kırmızı fasulyeli mochi.
Uzun geçen bugünün sonunda şemsiyemi evin dışında açık bir şekilde bıraktım, montumla çantamı salonun ortasında yere; mutfağın ortasında bir tripod var, gün içinde tükettiğim türlü içeceklerin bardakları her yerde; ve her şey bana çok iyi hissettiriyor.
Ev arkadaşım evimize “burrow” diyor; sığınak, tavşan çukuru. Evimin dışardaki dünyadan beni böyle koruyor olması rat girl ruhuma çok iyi hissettiriyor. Zoe’nin sinirleri iyice bozulmadan 15 dakika içinde evi toplayıveriyorum dağınıklık yeterince içimi rahatlatınca.
Neden anlattım bunu? Hem çok hoşuma gittiği için bu var oluş halinin bir konsept olarak konuşulması, hem de istek ve davranışlarımı kabul etmenin, içime sinmeyen kuralları genişletebilmenin ‘hayatta kalma modundan’ çıkıp gerçekten yaşamaya başlamanın bir parçası olduğunu bildiğimden.
Kabul edilmek, saygı duyulmak, beğenilmek zorunda değilim, ben kendimi beğeniyor, kabul ediyor ve kendime saygı duyuyorsam. Her şeyden önemlisi; keyif alıyorsam olduğum halden. Yaptıklarımdan, yapış biçimlerimden. Daha da bırakıyorum kendimi içimden ne nasıl geliyorsa onu o şekilde yapmaya, herkesi de olduğu gibi kabul etmeye, kendimi de hiçbir şey uğruna değiştirmemeye.
İstediğimiz şeye varmanın binbir yolu var, belki biraz uzatıyorum, ama zaten her zaman manzaralı yolu tercih ederim varacağım yere giderken.
Beni okuduğun, ve bir yazar olmayı bana mümkün kıldığın için teşekkür ederim.
。。。
Haftaya arkadaşım Brad’den esinlenerek “year in review” yapacağım. Bu yılki dönüm noktalarımı gözden geçirip, bunu beraber yapabilmemiz için geliştirdiğim yöntemi paylaşacağım.
—
Eğer iki haftada bir Pazar sabahlarını benimle geçirmek isterseniz aşağıdaki link aracılığıyla üye olabilir, bu link aracılığıyla ise bize katılmak isteyebileceğini düşündüğünüz arkadaşlarınıza bu bülteni yönlendirebilirsiniz.
Eğer bülten ilgilendiğiniz bir araç değilse aşağıdaki link ile üyelikten ayrılabilirsiniz.
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
İki hafta sonra görüşürüz!
peaceful🤍