subrender’a hoşgeldin.
Bu hafta biraz uzunca yazdım, konuşacaklar birikmiş.
Keyifli okumalar!
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
Bir şey hakkında yazdığımızda, onun resmini çizdiğimizde, fotoğrafını çektiğimizde; yani o anı, düşünceyi, fikri, durumu bir şekilde kayıt altına aldığımızda, aslında geçmişi zikrediyoruz yalnızca. Fotoğraf çekildiği anda, boya kağıda değdiği anda, gördüğümüz şey geçmişte kalmaya başlıyor; ilk kelime yazıldığı anda, geçmişteki fikre atıfta bulunmaya başlıyorsun.
Gelecekten bir görüntü paylaşmak, gelecekten bahsetmek mümkün değil; çünkü o yalnızca bir fikir olarak var. Yalnızca şimdi ve geçmiş kayıt altında; şimdiye köklenmek her an bir farkındalık gerektirdiğinden geçmişe tutunmaya meyilliyiz.
Bunun yerine geleceğin bilinmezliğini kabul edip şimdiye köklenmek, bu dönemlerin bizden istediği bir dönüşüm.
—
Hepimiz hızla ilerleyen bir trene tutunmuş gibiyiz, son durak harici duraklardan emin değiliz.
Hayat yolculuğunda, “ben kimim” sorusu, hayatın o anki şartlarından daha önemli hale geldi. Şartlar ve koşullar devamlı değişiyor, ve hiçbir şarta ve koşula bağlı olmadan.
Bazen bir sonraki şeye tutunmaktan, bir an önce sıradaki şeye geçmektense acının köküne inmek, neyi neden yaptığını görmek gerekiyor. Bu zamanlarda da kendini, dış koşullara tercih etmen. Alışık ve bağlı olduğun şeylerden vazgeçebilmek, onları ruhunun senin için istediği hayatın üstünde tutmamayı öğrenmek.
Boşlukta kalmak, hatta istediklerinin olmaması, hedefine işaret ediyor: kendin. Kendine gidebilmek içinse bunu engelleyen tüm negatif inançları birer birer söküp atmak gerekiyor. İstediklerini elde edemeyince, yada elinde olanları kaybedince, eskiden kendine ve hissettiklerine bakmamak için kaçtığın şeyler artık orada olmayınca geriye tek bir şey kalıyor, kendine yakınlaşmak.
Geliştirdiğin bağımlılıkların bir sebebi ve amacı var, hepsi birer birer açığa çıkmaya başlıyor. Onların sağladığı konforu, güveni kendine verebilmek bir şeye bağımlı olmadan onun keyfini gerçekten çıkarabilmeyi sağlıyor.
Korkunun yarattığı donma ve savaşmadan çıkıp sevginin sağladığı dinlenme ve yaratmaya geçebilmek mümkün hissettiriyor.
Henüz bırakamadığım bir sürü döngü var. Endişe etmekten henüz vazgeçemiyorum örneğin, ne zaman vazgeçecek olsam zihnim diyor ki: “Hayır, hayır, hayır, buna endişelenmezsen asla çözüme ulaşamayacaksın”. Farkında olmadan günlerce her anı endişe ile geçiriyorum. Bu döngüler de onları kırabilmek de insan olmanın doğasında var.
—
Bir yeri “bir yer” yapan o yerin niteliklerinden öte, insanın hayata nasıl baktığı ve nasıl dahil olduğu.
Hayata dahil olmayı öğrenmek bana göre gelişimin büyük bir adımı. Kendini izole etmeye gerek görmediğin, içine girmenin her an mümkün olduğu yaşama dahil olabildiğin, başkalarıyla gerçek bağlar kurabildiğin, aidiyet hissedebildiğin bir dünya. Yani, korkusuz bir sen.
İşkoliklik, asosyallik, takıntılı olma hali; alma-verme dengesini kaybettiğinin, yalnızca dünyadan değil kendinden de kaçtığının göstergesi. Bu bir lanet değil, belli sebeplerden yarattığımız inanç sistemlerinin bir sonucu.
Hayatın inançlar üstüne kurulduğuna artık eminim. Neye inanıyorsak, onu yaratıyoruz. En ufak bir davranışımız bile onun öyle olması gerektiğine inandığımız için var.
İnançlarımız hayatımızı oluşturuyorsa, kendine inanan insanın dünyada çok daha farklı hareket ediyor olması çok doğal. Bir şeye sahipsen, ona sahip olman gerektiğine inandığın, yada onu hakettiğini bildiğin için. Bir şeyi kucaklayamıyorsan, hayatına alamıyorsan, isteyip de “başaramıyorsan”, inançlarına dönüp bakmakta fayda var.
Bu bültende birkaç kere andığım bir Budist konsepti olan “Wherever you go there you are”, devamlı farklı katmanlarını açıyor bana. Yine bakıyorum ki, gittiğin yerin önemi yok, neredeysen, “yer” orası. Orayı orası yapan sensin. Oraya ne kadar dahil olduğun, orada neler yarattığın, orada kendini nasıl hissettiğin, orayı nasıl gördüğün; seninle ilgili.
。。。
Olduğun yer nasıl hissettiriyor? Kendini nasıl hissettiğinle bağlantılı mı?
İçine kapanmaya yatkın hissettiğin bir dönemdeysen olduğun yer de kendini sana kapatıyor mu? Sıkıcı, kapalı, tükenmiş hissettiriyor mu? Açılmaya, ilerlemeye, genişlemeye hazır hissediyorsan bulunduğun yer de kendini sana açıyor, daha önce önünden bir sürü kere geçip de görmediğin yerleri gösteriyor mu? Yeni birileri hayatına giriyor, yeni deneyimler vuku buluyor, yeni fikirler ve nereden geldiğini bilmediğin bir enerji içini dolduruyor mu?
Bazen bir keşif isteği geliyor, ve bu, her zaman öncesinde yada beraberinde kendini keşfetmeyi şart koşuyor.
Korku, arkaik. Hayatta kalabilmemizi sağlayan şey. Bu yüzden çok güçlü. Ondan hareket etmemek sağlam bir farkındalık ve bilinç gerektiriyor. Bu da kendiliğinden gelmiyor, farkındalığı devamlı sağlamak gerek. Ama ışık içeri girmeye başlayınca, önce karanlıkta kalan her şey aydınlanacak ve ciddi bir kabul sürecine girmeyi gerektirecek, sonra da karanlıkta hiçbir şey bırakmayacak kadar dolduracak bilincin tamamını. Bunun olacağını biliyorum, çünkü şu anda bile olmakta.
Hayatta kalma modundaki (asabi, alıngan bir savaşma; zihinde, tepkisiz, hissiz bir kaçma; çevresindekileri hoşnut etmeye çalışan bir ‘fawn’) sinir sistemi bana “soğuk” hissettiriyor. Korkudan hareket ediyor, kaçınmak istediği bir durum, kişi, olay, his var. Sevginin yapabildiği gibi her şeyi kapsamaya açık ve hazır değil. Bu “soğuk” sinir sistemini “ısıtmak” sinir sistemi regülasyonu ile mümkün. Isınmayı ve hazırlık sürecini anımsattığı için düzenli yaptığım regülasyon pratiklerine warm up demeye karar verdim.
Kaç yıldır yapıyorsak yapalım, olimpiyat şampiyonu da olsak, her spordan önce nasıl çalıştıracağımız kasları ısıtıyorsak; bir sunumdan, buluşmadan, yada bizim için önemli herhangi bir etkinlikten önce kendini (sinir sistemini) ısıtmanın ne kadar büyük etkisi olabileceğini farkettim. Güne ısınmak, toplantıya ısınmak, yazmaya ısınmak için belli pratikler yapmaya başladım.
Ne sunacağını, ne konuşacağını, ne diyeceğini planlamanın ötesinde bedenini bu etkinliğe hazırlamak kastettiğim.
Kocaman bir kabın içinde küçücük bir çocuk gibi hissetmektense içinde küçücük bir çocuk olan kocaman bir kap gibi hissetmek, bahsettiğim fark. Pratik ne kadar önemliyse pratik öncesi ısınma pratikleri de o derece önemli.
Öğrendiğim kadarıyla, sinir sistemi disregülasyonunun tersi; dışavurum. Dışavurumda bulunabilmek içinse kendini bunu yapabilecek kadar güvende hissetmen gerekiyor. Örneğin doğaçlama öncesi bizi doğaçlama yapabilecek kıvama getirecek birçok oyun ve pratik içine giriyoruz. Sinir sistemimiz rahatlıyor, böylece kendimizi ortaya koymak kolaylaşıyor.
Yaratıcı bir süreç içindeyseniz, yeni fikirler geliştirmek ve bunu yaparken de dikkat dağılmadan hızlı bir şekilde ulaşabilmek istiyorsanız, sinir sisteminin regüle olması şart. Şüphe, anksiyete, dikkat dağınıklığı ile yaşamak bir zorunluluk değil. Kendinle bağ kurarak bunların ötesine geçmek mümkün.
。。。
İhtiyaçlarını hissetmek ve anlamak büyük bir zeka değil mi? Bedenime bağlanmaya başladıkça, nasıl hissettiğimi, neye ihtiyacım olduğunu zihnin ötesinde bir yerden farkettikçe vücudun konuşması ve dinlemesinin zihnin zekasından daha farklı bir işleyişi olduğunu hissediyorum, ve çok hoşuma gidiyor bunu görmek.
Çocukken çoğumuz gereği kadar aynalanmadık, yani hissettiklerimiz anlaşılmadı, kabul edilmedi, ve bizim de anlayabilmemiz için bize geri yansıtılmadı.
Neye ihtiyacımız olduğunu ne dinleyebiliyor ne de anlayabiliyoruz, çoğu zaman da bunu kendimize veremediğimiz için, başka şeylere kaçıyoruz. Bağımlılık ve bağlılıklarımız, bu büyük duygulardan kaçmak için.
Kendini dinleyebilmek, bunu ifade edebilmek, kendine yetebilmek; her türlü ilişkiyi, her türlü hayat durumunu kolaylaştıracak kapasitede bir bilgelik.
—
Burada oturum iznine başvurmak için bir danışman ile çalışıyorum, ve ona kafa karışıklıklarımdan bahsettiğimde bana tam potansiyelime ulaşmanın şu anda çok önemli olduğunu söyledi.
Korkularımı gördü, üstesinden gelebileceğimi de.
Belki soyut bir kavram gibi geliyor, ama tam potansiyeline ulaşabilmek benim için şüphelerden, negatif yargılardan, yokluk mentalitesinden uzaklaşma anlamına geliyor; yeteneklerini kullanabilmek, kalbinin sesini dinleyebilmek için.
Çözümüne ulaşmak istediğin bir problemle yüzyüzeysen, probleme karşı değil; onunla beraber çözüme ulaşabilirsin.
Geçen gün defterime “Her şeyi olduğu gibi gör. Tüm düşünme ve davranış biçimlerini farket. Ancak bu şekilde bir değişim mümkün” yazdım. Kendiyle yüzleşmek ego için çok zorlayıcı, farklı acılar yaratabiliyor; mağdur mentalitesi, değişim mümkün değil çaresizliği, artık çok geç korkusu… Tüm bunlara hazırlıklı olmalı, ve ego ile yenmeye çalışmamalı egoyu. Egodan çok daha büyük bir kaynağımız var; beden bilinci.
Bu bana gölge çalışmasını da anımsatıyor. Gölge çalışması yapabilmek için öncelikle gölgeden yada en azından o gölgenin yarattığı sonuçtan haberdar olmak gerekiyor. Gölgeyi kabul etmeden, nedenleri ve sonuçlarını benimseyip içselleştirmeden de ne düşünme ne de davranış biçimlerini değiştirmek mümkün. Değişim, gölgeye karşı değil, gölge ile beraber çalışarak mümkün.
Cevap, daima sorunun içinde yatıyor. Soru yoksa, cevap da yok. Bu yüzden soruya, probleme düşman olmaktansa onu çözebilmek için onu iyice anlamaya odaklanmak gerek.
—
Geçen gün sporda hoca kullandığım ağırlığı artırabileceğimi söyledi, “emin misin” dediğimde “şüphesiz” dedi, önce yarısı kadar artırdım, sonra iki katına çıkabildim. Bu dönemde farkettiğim ‘yapabileceğim, başarabileceğimden daha azını hedeflemek’ mentalitesiyle ilgili bir ders verdi bana, o ağırlığı kaldırabildiğim an.
Ya yapabileceğini düşündüğünden daha fazlasını hedeflersen? Hayallerini, isteklerini, planlarını yargılarından değil, kalbin ve ruhundan yaparsan? Başaramamayı, halledememeyi, kaldıramamayı düşünmeden; sadece ne istediğine odaklanırsan, her şey değişir miydi?
Bu bana karşımızda yenmemiz gereken kimse olmadığını gösteriyor. Yarışmak, “daha çok”, “daha az”, egosal konseptler. Birine karşı daha iyi olması gerektiğini zanneden, bunu başaramayacağına inanan, bu yüzden de kalbin sesini susturan şey ego. Fakat kalp, ruh, bir yarış içinde değil; bir yarış olmadığını biliyor. “Yenmemiz” gereken tek şey korkularımız, bir başkasına karşı yarış içinde değiliz.
Peki gerçekten istediğimiz o şeyi nasıl bulacağız? Bazen gerçekten istediğimizi zannettiğimiz şey yalnızca utanç bazlı bir ‘pattern’ın isteği oluyor. Kendini yetersiz gördüğü için bunu bastırmak adına bir şeyler elde etmeye çalışıyor. Eksiklik ve yokluk mentalitesinden gelen bu kazanma isteği yalnızca bir şeyleri bastırmak için belli eylemlerde bulunmakla mümkün. Hayatı gerçekten böyle mi geçirmek istiyoruz, bunun ötesi mümkün mü?
Gerçekten istediğim o şeyi bulabilmek için şu soruları soruyorum: ruhum nerede büyüdüğünü, genişlediğini hissediyor? Hangi ortamlarda, hangi kişilerle, ne yaparken?
Bana göre belli döngülerinden dolayı oluşmamış, gerçekten istediğin şey; ruhunu genişleten, seni kendinin ötesine taşıyan, yeni bir boyutta hissettiren şey. Bunu bulmak, ve yaptığın diğer şeylerin yanında buna da zaman ve enerji ayırmak tüm hayatını değiştirebilir.
Tahmin edersiniz ki benim için bu şey yazmak, ve bunu yapmamı sağladığınız, beni okuduğunuz için tekrar teşekkür ederim.
Bu yılımın sorusu “Ben kimim”. Büyük bir soru, fakat bir cevap için sorulmuyor.
Sen bir cinsiyetsin, bir mesleksin, bir ilgi alanısın, bir ülkenin vatandaşısın… cevabını alsak komik olurdu.
Anladım ki “Ben kimim” sorusunu sormamın sebebi, “Ben kim değilim”i bulmakmış.
Değerini sahip oldukları, çevresi, başardıkları, başaramadıkları, imajı, repütasyonu ile ölçen egonun yanında, “Bunların hiçbiri değil”, diyebilmek çok basit ve güzel. Olan olmayan hiçbir şeyi kişisel algılamamanın sırrı da burada. Bu yaşananlar, söylenenler, düşündüklerim; hiçbiri beni tanımlamıyor.
Olmadığın her tanımı geride bırakabilmek, seni aslında olduğun şeye yakınlaştıran tek durum. Bu fiziksel olabilir; bir şeyler elimizden gidebilir, kendimizi onunla tanımladığımız sevgilimiz/eşimiz, paramız, mesleğimiz, arkadaşlarımız. Veya onlara duyduğumuz bağımlılıklardan arınabiliriz; sevdiğimiz bu şeyleri hala hayatımızda tutarak hiçbirine bağımlı olmamak, kendimizi onlarla tanımlamamak, yada onların kendisini bizimle tanımlamasına ihtiyaç duymamak.
Yani bu sorunun cevabı, cevabında değil; ona giden yolda. Amaç, olmadığın her şeyi geride bırakabilmek.
—
Bir sonraki buluşmamıza kadarki iki haftanın çalışması, şu sorunun cevabını bulmak olsun: Yaptığım her şeyle çok alakasız gözükse de, neyi yapmak beni genişletir ve büyütürdü?
Egosal bir kazanç sağlamaktansa, ruhumu büyütecek bir şey.
Benim buna cevabım gezmek oldu. Yurtdışında yaşıyor olsam bile gezmeye pek vakit ayıramıyorum. Daha sık gezmek, hatta bir süreliğine gezgin olabilmek isterdim.
Sizin cevabınız ne?
—
Eğer iki haftada bir Pazar sabahlarını benimle geçirmek isterseniz aşağıdaki link aracılığıyla üye olabilir, bu link aracılığıyla ise bize katılmak isteyebileceğini düşündüğünüz arkadaşlarınıza bu bülteni yönlendirebilirsiniz.
Eğer bülten ilgilendiğiniz bir araç değilse aşağıdaki link ile üyelikten ayrılabilirsiniz.
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
İki hafta sonra görüşürüz!