selam, ben geldim!
subrender’a hoşgeldin.
Döndüm, yada daha doğrusu, geri geldim. Bunu Kanada’dan taşınmadan önce ev arkadaşımla konuşmuştuk, bana döneceğim için heyecanlı olup olmadığımı sormuştu, ben de dönmek diye bir şey olmadığını; her şeyin hep bir değişimde olduğunu, ve yalnızca yeniden gitmenin var olduğunu düşündüğümü söylemiştim. Şimdi de öyle hissediyorum. Bültenlere dönmekten ziyade, yeniden geldim.
Bilinçli bir karar üstüne yazmayı durdurmamıştım, ama alışmak için bir süreye ihtiyacım vardı. Hem geri geldiğim bu yerin, insanların, durumların nerede olduğunu gözlemlemek hem de burada kendi yerimi tekrar bulabilmek için. Bir yaz molası verdim diye adlandırabiliriz eğer bir isim koyup geçiştireceksek bu sessizliği. Sabrınız, ve beni tekrar motive ettiğiniz için teşekkür ederim geri dönmeye. Sanırım gerçekten de bir şeyler ifade ediyor benim yazma isteğimden de fazla bu bültenler; sizin için belki kendi hayatınıza kısa bir mola, belki farklı bir perspektif, benim gibi fazla detaycı biri için büyük resmi görebilmek…
Yeniden hoşgeldik.
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
Yaratıcı bir insan olduğumu kabul etmek benim için büyük bir imtihan. Böyle söylendiğimde bile kendimi yargıladığımı farkediyorum; şımarık duyuluyor, diye. Ama son 1 yıldır düzenli aldığım terapi sonucu vardığımız noktalardan biri özüme güven duymakta zorlandığım, yani varoluşumu kabul edip ifade etmenin benim için pek de kolay olmadığı.
Yaratıcılık hissettiğim güvensizliğin ana konusu. Sanki bunu kabul eder ve ifade edersem yargılanacağıma karşı duyduğum korku. Kendimi bu anlamda ortaya koymaktan duyduğum çekince. Tabi ki bu yargılanma korkusu dış dünyayla ilgili değil, ben kendimi bununla ilgili yargıladığım için, yaratıcı olmayı yetersiz bulduğum için oluyor. Bunun da sebepleri malum.
Yaratıcı zihinlerin en iyi yaptığı şeylerden biri bu; iki farklı düşünceye aynı anda sahip olabilmek. Bir yandan bundan keyif almak, bir yandan bunun böyle olmamasını istemek.
Epicene’in kreatif direktörüyken yaratıcılığımın tamamını kullanabiliyordum, hem tasarım yapıyor, hem üretim, hem satış, hem kampanya fikirleri, metinler, etkinlikler… O ünvana sahipken yaratıcılığımı sorgulamıyordum, fakat ayrılmamla beraber kendimi nereye koyacağımı bilemediğim bir sürece girmiş oldum. Ben tasarımcı mıyım, senarist miyim, yönetmen miyim, sanatçı mıyım, marketing mi yapıyorum... Cevap aslında bunların hepsi, fakat tek bir kalıbın içine giremediğim için tüm yeteneklerimi sorgulamaya başladım. Böyle olduğunda da iyice içime kapandığım, içime kapanmanın ötesinde evime kapandığım, kısacası konfor aradığım bir yere giriyorum, ve bu her ne kadar beni “korusa” bile büyümenin önündeki en büyük engel haline geliyor.
Devamlı büyüyemeyiz, hiçbir şey devamlı büyümüyor. Bazen o konfor alanına sığınıp olana olmayana bakıp olup olmayacağı değerlendirip, bir sonraki büyüme dönemine kadar durmak gerekiyor. Bazen sanki bunun bir kodu varmış da kıracakmışım, böylece bilecekmişim gibi geliyor ne zaman hangi döneme gireceğimi. Vazgeçmek de güzel şey.
Yazmaya ara vermedim, fakat yazdıklarımı paylaşmaya hem kendimden şüphe içinde olduğum için, hem de mental olarak çok yorgun olduğum için ara verdim. Kendimi tekrar bu şekilde ortaya koyabilmek için yeterince güvenmiyordum kendime. Kim olarak konuşuyorum, nelerden bahsediyorum, tüm bunlar ne ifade ediyordu? Bu sorulara yanıt ararken; tekrar iklime ve toprağa alışmak, hayatımdan giden ve hayatıma giren insanları kabul etmek, dünyanın bir ucundan diğerine taşınmak ve bambaşka kültürlere maruz kalmak da beni yoruyordu. Fakat bu sorulara yanıtım, ben yaratıcı bir insanım ve yaratıcılığımı ifade edecek birçok alan yaratıyorum kendime, farkındalıklardan bahsetmekten hoşlanıyorum yazarken, ve bunları hikaye anlatır gibi anlatmaktan; olunca, saklayacak bir şeyim yok diye düşündüm.
Şimdilerde bu konfor alanından yavaşça çıkmaya başladığım, yaratıcı biri olduğumu kabul ettiğim, ve bir fikir insanı olarak birçok farklı şapka takarak ürettiğimi anlıyorum. Umarım bu anlayış daim olur.
Geçenlerde terapistimle konuşurken kalabalık bir gruba hitap ederken zorlandığımdan bahsettim. Sonra mimik ettim bu durumu ve kafamı kaldırıp “Selam! Günaydın!” dedim, karşımda bir kalabalık varmış gibi. Çok hoşuma gitti bunu yapmak, terapistim de güldü hoşuna gittiği için; göğsüm kabarık, başım kalkık, gür bir sesle yapmıştım bunu. O da ekledi “Ben geldim!” diye. Varlığını saklamamak, kendini ortaya koymak, gibi konulardan konuştuk sonra. Bu da benim bu haftaki pratiklerimden biri sayılsın; binden fazla okuyana “Ben geldim!” demek.
—
Wired to Create adlı kitapta yaratıcılığı körükleyen şeyin paradokslar olduğundan bahsediyor; farkındalık ve dalgınlık, açıklık ve hassaslık, yalnızlık ve birliktelik, oyun ve ciddiyet, sezgi ve akıl. Bu paradoksu kabul etmek belli bir olgunluk, deneyim, kaybetmek ve yeniden kazanmayı gerektiriyor.
Kaybetmenin de bir amacı var, özellikle başarısızlığı kabul edemeyen ebeveynlerle büyüdüysek bunu tekrar tekrar öğreneceğiz demektir.
—
Yaratıcı bireyler olarak, çoğunlukla fikirlerimizi -yani kendimizi- ortaya koymak gibi içsel bir yükümlülüğümüz var. Bu ortaya koymanın sonucu olarak kendinden şüpheye düşmek; özellikle de eleştirel, analitik, ve detaycı bir yapınız varsa; özgüvenimizi ve kendimizi ifadeyi zedeleyen bir hale dönüşebiliyor.
Kanada’dan gitmeden önce çok sevdiğim bir arkadaşım gitme kararımı desteklediğini, çünkü yaratıcı insanların yaratıcı insanlara ihtiyacı olduğunu ve Kanada’da çok daha analitik zihinler ve kurumsal bir hayatın önplana çıkarıldığını söylemişti. Bazen kelimelere dökemediğim şeylerin böyle güzel anlaşılıp ifade edilmesi beni çok etkiliyor. Anlaşıldığım için çok rahatlamıştım o zaman, ve yaratıcı insanlar kadar yaratıcılığımı yaşayabileceğim alanlara da ihtiyacım olduğunu görüyorum şimdi, ve bunu Kanada’da bulamadığımı ve yaratamadığımı.
Kanada’da kendimi ifadenin zedelenmesi ve özüme duyduğum güveni de sorgulamak bana hiç iyi gelmemişti. Kendimi ortaya koyacak bir alan bulamadığım için kendimden şüpheyle aylarca yaşadım. Şimdi, gelmiş olmanın ve kendimi tekrar birçok farklı alanda ifade edebiliyor olmanın güzelliğini yaşıyorum. Çok şanslıyız böyle bir ağımız olduğu için, bu ağın parçası olan herkesin ve ürettiklerinin de değeri gözümde çok arttı. Kaybetmek, kazanmayı sağladı.
Şimdi bültenler için kendi editörlüğümü yapmaya yeniden ısınmam gerek, yeni halimle yeni bağlar kurmak, en sevdiğim şey geleceği planlamak, evimi güzelleştirmek, üretmek, paylaşmak.
Geçen gün Bashar’ın bir videosunu izliyordum, onunla bitireyim. İzleyicilerden biri “Kendime hiç güvenmiyorum” diyordu, Bashar da “Kendine güvenmediğine güvenin tam ama,” dedi, “demek ki içinde bir güven var, yalnızca yanlış yere odaklanmış”.
—
Eğer iki haftada bir Pazar sabahlarını benimle geçirmek isterseniz aşağıdaki link aracılığıyla üye olabilir, bu link aracılığıyla ise bize katılmak isteyebileceğini düşündüğünüz arkadaşlarınıza bu bülteni yönlendirebilirsiniz.
Eğer bülten ilgilendiğiniz bir araç değilse aşağıdaki link ile üyelikten ayrılabilirsiniz.
♡ tuşuna basmak bu bültenin öne çıkması için önemli, tıklamayı unutmayın.
İki hafta sonra görüşürüz!